Boşluk

Boşluk

… tövbe ediyorum yine de hiçliğe katlanamadığım ve çokça meraklı davranıp şu lahzayı araladığım için. Ama ayrılamıyorumda şahit olduğum bunca kedere rağmen. Beni evvelde kucaklayan ve ihanet ederek ayrı düştüğüm boşluğun affedici olduğunu bildiğim halde ona dönmekte güçlük yaşıyorum…

..artık hiç bir şeyin bir önemi yok..

Boşluk

..ruhuma doğan ışık hüzmeleri ona dair arzularıma hayat veremeyecek kadar sönük. Ama inatla penceremden elini uzatmaya devam ediyor. Bu ışığa engel olamayışım ve her adımda belirsiz ama mutlak olduğunu sezinlediğim anıların kırık dökük parçaları çıplak ayaklarımı kanatıyor.

Adım başı beliren ve bir ayağı kırık yatağımdan uzanmaya yeltenemeyeceğim, özenle yerleştirilmiş ama artık anlamını yitirmiş bir çok eşya var ruhumda asılı. Her şeyin boşluk koktuğu ve acı duymadığım böylesine sessiz ve karanlık bir yerde beni daldığım uykularımdan sarsarak uyandırmaya yeminli hiçlikle düşler kuruyorum.. Kimi düşlerim yok edilemeyecek bir aşağılanma kimi düşlerim istencin egemenliğine teslim olmuş yalın ayak bir köle…

Kendiliğe yöneliş

Keşif

Zihinsel gelişimin ve keşfin en büyük safhası kendi zihnini bir obje gibi ele almakla başlar. Albert Camus’ un deyişiyle aklı( kendi aklını ) izlemek yani. Bu basit bir eylemmiş gibi görünebilir ama insan kendi zihnine karşı hep yanlı ve kendinde pek kusur görmeyen bir varlıkken bunu başarabilmesi pek zordur…

İçimizde bir yerde..

Kompleks

..ruhumuza uzanan karanlık bir el var. Toy düşlerin ve nedeni bilinmez eylemlerin ardında onun güçlü arzularının nefesi kokuyor. Her açılmasını istemediğimiz kapının ardında kendinden kopuk yanıyla dedikoduya dalmış, oyunu bozan son çocuğun öfkesini kusarcasına arzularına çekilmiş milin intikam planlarını yapıyor..

Kim bu azılı düşman, böylesine nefret dolu bu karanlık? İsyan bayrağını personanın mahremine saplayarak baş kaldıran bu farkındalıktan azade düşmanı, şehvetle uzanan parmaklarda, inakları kılıçlarının ucuna takıp kan yemini eden bir kaç adamın gölgesinde, gücün zehirli büyüsüne kapılıp kibirle, aşağılamayla dolu verilen emirlerin can sıkmalarında görebilirsiniz. Ya da çok uzağa gitmeye nefesinizin yetmeyeceğine inanıyorsanız düşler aleminde neler gördüğünüzü biraz oturup düşünebilirsiniz. Çünkü o farkındalığa düşman ve simgeye sevdalı. Egonun güçlü ışığında düşlerin simgelerle dolu masalsı coğrafyasında izler aramaya cüret etmek onun mahremini bozar. Ve belkide mahremiyeti ihlal etmekten dolayı canımız çok yanacak ama bilincin ve bireyselleşmenin eşiğine gelmenin mûcizevî hazzı bu acıyı dindirecek..

İçimizde kök salmış bu karanlık gölgeyle bütünleşmeyi başlatan bir kaç meczup var. Onların adımlarını takip ederek ve münzevi mağaralarında nevrotik kalıntıların gölgesinde serinleyerek bütünleşmenin ve bilince ermenin sarhoşluğunu tadabiliriz. Özerkliğe aşık ve biricik olma sevdanız varsa ki en doğrusudur bu, o zaman kişisel bilincinizi inşa edebilecek, gölgenizle bütünleşebilecek bir mağara inşa edin…

Mutluluk

Mutluluk

Hayata mutluluğa ya da mutsuzluğa ulaşmak ekseninde yaklaştığımızda yaşamın amacının bizi mutluluğa ulaştırmak olduğuna ve bunun onun bir vazifesi olduğuna inanmaya başlarız. Böyle bir yaşam bile başlı başına bir mutsuzluk yaratır. Yaşamın bize ne mutluluk ne de mutsuzluk borcu olduğunu farkettiğimizde ve yaşamın sadece yaşanılması gereken bir hakikat olduğunu anladığımızda bizi yoran böyle bir beklentiden azade oluruz…

Şüphe

Belirsizlik

… kadim öğretilerin var edicisi, senin katından bir cümleye muhtacım. Kalplerini mutmain kıldığın, yeni dirilişlere şahit kıldıklarının kesinliğine muhtacım. Gölgelerinden sıyrıl, içimdeki bu zalim şüpheyi kaldır…

Boşluk

Boşluk

.. kökleri örümcek ağlarına düğümlü, sabaha çıkmamaya yeminli ve bir o kadar geleceğin arzularına susamış, mazinin elem dolu, gölgeli hayaletlerinden bezmiş buruşuk bir beden için mücadele devam ediyor. Sanırım bu hengame hiç bitmeyecek. Ne benle ne de ardımda bıraktığım rüyalardan bezmiş inançlarımla. Anlamsızlık bir çığ gibi büyüyor içimde. Ne rahiplerin bezdirici nasihatleri ne de Zerdüştün yakarışları bu anlamsızlığı dindiriyor. Her şey kör bir kuyuya dönüşmüş içimde.. Elimi attığım ve şehvetle uzandığım her perdenin ardında boşluğun dehşetli hançeri çiziyor içimdeki kararmış aynaları . Kendine sağır ve bir o kadar yalnız inanlar arasında sinede gizleyerek nefes alıyorum.. artık dar ağacına çıkarma vakti geldi anlamsız ve derin acı veren şeyleri.. aramızda hokkabazlar var anlamsızlığı unutturan ve bir o kadar cennetten hayaletlerin süslediği teselli edici şarapları övüyorlar…

Ruhsal Arayışlarımız

İçerisinde yaşadığımız çevremiz şahsiyetimizin terkibinde büyük bir rol oynar. Zaman şairinin sihirli kaleminden sarf edildiği gibi kendimizi bazı anlarda babamızı, annemizi oynarken bazen de hayatımızın farklı noktalarında ruhumuza tesir etmiş birçok insanı yansıtırken buluruz. O nedenle karşılaşmış olduğumuz herkesten olumlu ya da olumsuz bilinçli ya da bilince varmadan etkileniyoruz. Ve bunu günlük yaşayışımızda olaylara tepki verirken onları oynadığımızı, onlar gibi konuşup onlar gibi düşündüğümüzü farkına varabiliyoruz. Gökyüzüne yönelip yıldızları temaşa ederken, düşler âlemine dalıp geleceği tasavvur ederken hatta âleme yönelip yanı başımızda teşekkül eden olayları anlamlandırırken bile onların belirsiz siluetlerinin etkisinde kalıyoruz.

Kişiliğimizin çevresel etkenlerin etkisiyle şekillenme sürecini Henry Murray şu sözlerle ifade ediyor: “Kişilik, nutuk çekenlerle, baskı gruplarıyla, çocuklarla, demagoglarla, komünistlerle, soyutlamacılarla, savaş tacirleriyle, bağımsızlarla, rüşvetçilerle, uzlaşmacılarla, Sezarlarla ve İsalarla, Makyavellilerle ve Yahudaİskaryotlarla, Toryistlerle ve Prometheus devrimcileriyle dolu olan bir meclistir. “

Murray ‘ ın bu anlamlı sözlerinde görebileceğimiz gibi kimliğimizin ve düşünsel dünyamızın inşasında çokça etkili olan çevremiz, bizim tabiatımızdan gelen temel becerileri geliştirebilecek, onun filizlenmesini sağlayabilecek bir ortam değilse onu kendi dar çerçevesi içerisinde hapsederek dayatmacı bir üslupla kendi isteği doğrultusunda şekillendirir ve kısa bir süre içerisinde Halil Cibran’ ın: “ Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum, görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya denk gelirse, ondan hiçbir şey çıkmaz.”deyişinde olduğu gibi bizi basit, sıradan ve yok hükmünde bir varlığa dönüştürür. Çevremizin yaşama alışkanlıkları ve davranış modelleri ne kadar bizi ilk etapta rahatsız etsede gösterdiğimiz direnç, zamanla uyum baskısı ve tembelliğin etkisiyle yok olabiliyor. Ve çevremizin temel alışkanlıkları bizim alışkanlıklarımız haline gelebiliyor. O sebeple ‘etrafımızda ki üç beş kişinin toplamından ibaretiz’ sözleri hakikatin bir yansıması olduğunu rahatlıkla dile getirebiliriz.

Her ruh kendi toprağına vuslat arzusuyla derin bir ıstırap çeker. Bu ıstırap ona kavuşup hayat bulana kadar devam eder. Ruhumuzun terennüm ettiği toprak yani ailemiz, mesleğimiz ve çevremiz serpileceğimiz, tabiatımıza uygun şekilleneceğimiz bir mekân olmayabilir. Ruhumuzun ihtişamını kazanmasını ve huzura ermesini istiyorsak şahsiyetimizi şu ana kadar şekillendiren kirli ayaklı bir kaç kişinin varlığını farkına vararak kendimizi bulabileceğimiz uygun bir mekan ve insan arayışına girmemiz gerekiyor.

Yeni insan ve mekan arayışında bulunurken özgünlüğümüzü yitirmeden ve ruhun ahenkli akislerine kulak tıkamadan yaşamaya devam etmeliyiz. Ve olabildiğince korkularımıza, güvensizliğimize, ruhumuzda bırakacakları kirli izlere rağmen çokça insan tanımalıyız. Ruhumuzun huzur bulabileceği, şahsiyetimizin serpileceği, kendimizi bulabilmemiz, doğru insan ve çevreye denk gelmemiz biraz da buna bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü O’ nun eserini tanıyabilmenin daha iyi bir yolu yok…